Günün Haberleri   |   Giriş sayfam yap   |   Favorilere ekle   |   Künye   |   İletişim   |   Sitene haber ekle


 
DOLAR
35,2809
EURO
36,7670
IMKB
9.916,000
ALTIN
2.974,900
 
Hava Durumu ANKARA
6 / 10 C°
Değiştir
 
     
 
Medya Spot Google
 
 
 Ana Sayfa  Gündem   Ekonomi   Dünya   Yaşam   Medya   Spor   Magazin   Polis Adliye 
 
BEKAROĞLU, AKP’NİN YABANCI SERMAYE AŞKINI ANLATTI
BEKAROĞLU, AKP’NİN YABANCI SERMAYE AŞKINI ANLATTI
 
“AKP, AB-ABD, Yahudi sermayesiyle, değişik kuruluşlarla yerleşik iktidara karşı tutunmaya çalışıyor.”
 
12.8.2008 - 04:38

- “Bu arkadaşlarımızın neoliberal politikalarla sorunu yok. Sosyal güvenlik yasasını çıkardılar. Netice itibariyle sosyal güvenlik yasasıyla bu toplum dedi ki, biz yaşlılarımıza bakmayız.”?”
***
- “Başörtüsü için direniyorsunuz. Başörtüsü ayetleri ile faiz ayetleri farklı farklı mı? Siz faiz ayetlerini görmüyorsunuz, başörtüsü ayetlerini görüyorsunuz. Bu nasıl MüslümanlıkRefah Partisi Rize eski Milletvekili Prof. Dr. Mehmet Bekaroğlu, AKP'nin Türkiye’de yabancı sermayeyi çekme girişiminin psikolojik nedenlerini anlattı. Bekaroğlu, AKP’nin yabancı sermayeye karşı iştahlı oluşunun altında yerli sermaye ve yerel güç odaklarını yabancı sermaye ile dengeleme düşüncesinin yattığını söylüyor. Bekaroğlu, “Bu iktidar Türkiye’de yerleşik iktidar güçlerine karşı ayakta durmak için uluslararası iktidarlara yaslanmıştır” diyor. Bekaroğlu'nun ilginç tahliller içeren söyleşisi:

Milli Görüş geleneğini temsil eden siyasi partiler 1970’li yıllardan beri kapatılıyor. Son olarak da AKP hakkında kapatma davası açıldı. Sözkonusu partiler ile sistem arasında nasıl bir çatışma var ki, Türkiye bunu sürekli yaşıyor?

Hiç kimse ben İslami renkte parti kuruyorum demiyor. Bu partiler anayasal çerçeve içinde muhafazakar demokrat isimleriyle anılıyorlar. 1923 yılından beri özellikle 1924 Anayasasıyla beraber bir ulus inşa projesi uygulanıyor. Bu projeyle modernleşmeci ve tek tip, devletin Diyanet İşleri Başkanlığı aracılığıyla tanımladığı bir inanca inanan bir ulus yaratmak öngörülüyordu. Bu proje 1950’lere kadar uygulandı. 1950’de dünya konjonktürü Türkiye’nin hür dünya ile bütünleşmesini gerektirmiş ve bunun zorlaması ile de çok partili demokratik sisteme geçilmiştir. Ama yerleşik devlet elitleri, bu modern Türk ulusu yaratma projesinden de vazgeçmiş değiller. Bu modern Türk ulusu yaratma projesinin iki temel ayağı var. Türkiye’de etnik yapılar varsa bile hepsi Türk olacak, kendini Türk hissedecek. İkincisi de modern olacak. Din bütünüyle yasaklanmadı. CHP Tek parti döneminde de yasaklanmadı ama Diyanet İşleri’nin tanımladığı modern bir dine, daha da daraltırsak Sünni Hanefi Müslümanlığın devlet tarafından tanımlanan versiyonuna tabi olunacak. Otoriter bir laiklik uygulandı. Hatta laiklik bile değildi. Din devlet işlerine karışmıyor ama devlet dini düzenliyordu. 1950’den sonra demokrasiye geçildi. O zamana kadar devletin Türkleştirme ve laikleştirme ya da modernleştirme projesine, baskılara susan toplum kesimleri demokrasinin ortaya çıkardığı rahatlıkla siyasete, eğitime, bürokrasiye girmeye başladılar. 1950’den sonra müthiş bir hareketlen oldu, 1980’den sonra ivme kazanarak devam etti. O da neydi, ekonomik canlanma ile beraber, 1980’den sonra liberalleşme ile beraber köy kasaba, Anadolu yani çevre merkeze doğru gelmeye başladı. Geldiğinde şehirdeki modernler gibi olmuyor, kendi değerlerini de taşıyor. Ama merkeze gelirken taleplerde de bulunuyor. ‘Bürokrat, akademisyen, bakan, başbakan olacağım’ diyor. Şehirde değişiyor ama bir tür dindarlığı da barındırıyor. Dindarlığı gösteren simgeleri taşıyor. 1990’larda yaşadığımız çatışmada İslami partiler dediğimiz Milli Görüş partileri de çevreden merkeze gelenleri temsil ediyordu. Merkezdeki çekirdek bundan rahatsız oldu. Anayasa Mahkemesi ve YÖK gibi vesayet sistemleri de kurulmuştu. Bu vesayet kurumları işletilmeye başlandı. 1980’de açık darbe yapıldı, 28 Şubat’ta ise dini özelliği olan ya da dindarların taleplerini dillendiren partilere, seçilmiş iktidarlara post modern darbelerle müdahale edildi. 28 Şubat’ta kurallar zorlanarak, anayasa kısmen askıya alınarak, ama örtülü şekilde yapıldı darbe yapıldı. Şimdi de Anayasa Mahkemesi’yle bir müdahale sözkonusu. Bu nereye kadar uzanır? İki seçmenden biri laikliğe karşı ise modern Türk ulusu yaratma projesini gözden geçirmemiz gerekiyor. Bu nasıl bir laiklik? İki kişiden biri cumhuriyete karşı ise bu nasıl cumhuriyet diye ciddi bir sorgulama yapmak gerekiyor.

Siz, Milli Görüş geleneğinde bir ayrışma yaşandığında, AKP kurulduğunda Saadet Partisi’nde kaldınız. AKP’ye neden geçmediniz? Gerekçeleriniz nelerdi?
En basit sebebi ahlakidir. Ben üniversitede öğretim üyesi idim ve bir kadro beni siyasete davet etmişti. Onların aracılığı ile siyasete girdikten sonra onlarla yolu ayırmak ahlaken bana uygun düşmezdi. İkincisi ve çok daha önemli bir sebep, benim bu ekiple çalışamayacak olmamdı. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin neler yapabileceğini az çok kestiriyordum. İdeolojik donanımlarına ve yapmak istediklerine katılmıyordum.

Karşı çıkış gerekçeleriniz neydi?

İki tane neden vardı. Birincisi siyaset yapma biçimleriydi. Onların da bütün sağ partiler gibi buna Refah Partisi de dahildir, devletin otoriter yapısıyla çok fazla problemleri yoktu. Orayı demokratikleştirmek gibi amaçları yoktu, oraya bir şekilde gelmek ve yukarıdan aşağıya doğru istedikleri doğrultusunda Türkiye’yi düzenlemek vardı. Bense bu merkezi yapılanmanın problem olduğuna inanıyorum. Örnek vereyim, arkadaşlarımız mesela Cumhurbaşkanlığı kurumunun fazla yetkilerle donatılmasıyla çok fazla ilgilenmediler, cumhurbaşkanlığını ele geçirmekle ilgilendiler. Bense demokratik parlamenter sistemde cumhurbaşkanlığının böyle yetkilerle donatılmaması gerektiğine inandım. Ben onlardan olsam, olmadım ama cumhurbaşkanlığını ele geçirmeyi değil, cumhurbaşkanını sembolik bir kurum haline getirirdim. Diğer bütün vesayet kurumlarını Cumhurbaşkanlığı, YÖK gibi, vesayet özelliklerini ellerinden alırdım, yani devleti demokratikleştirirdim. Bir diğer sebep, bu arkadaşlarımızın neoliberal politikalarla sorununun olmamasıdır. Sosyal güvenlik yasasını çıkardılar. Netice itibariyle sosyal güvenlik yasasıyla bu toplum dedi ki, biz yaşlılarımıza bakmayız. Üstelik de dindar insanlar. Cennet annelerin ayakları altındadır sözüne inanan insanlar annelerimize bakmayız, ne olursa olsun babalarımıza bakmayız dediler. Ben bunlarla ideolojik olarak da ayrılıyorum. Onların neoliberal özelleştirmeci olmaları, bu küresel ekonomik dalgaya kapılmaları beni itiyordu. Ben bunları biliyordum, bunlar Erbakancı değildi, bunlar Özalcı idiler. Bugün uygulanan neoliberal politikaların mimarı olan Kemal Derviş’i 2002’de hem CHP hem AKP davet etti. Derviş CHP’yi tercih etti. Ama onun ekonomik programını AKP uyguladı. Bu politikalar sonucunda Türkiye’de resmi rakamlara göre bir milyon insan aç yatıyor, 12-13 milyon insan yoksulluk sınırının altında yaşıyor ve bu giderek büyüyor. AKP’nin bu sorunlarla bir derdi yok.

1990’lara kadar İslami hareket içinde dinle sosyalizmi buluşturma teorileri ortaya atıldı. Seyyid Kutup bu isimlerden biriydi. İranlı Ali Şeriati ise zulmün yok edilmesi konusunda İslamiyette referanslar buldu. Sizce, din nasıl bir role sahip olmalı?

Din, bana göre sadece vicdanlara hapsolacak öbür dünyayla ilgili bir din olmamalı. İslamiyet bu dünyada da adaleti öngören bir dindir. Ama netice itibariyle dindir. Bir devlet sistemi, ekonomik sistem değildir. Din genel kuralları söyler. Mesela ‘devlet sistemiyle ilgili der ki, kararları istişare ederek, birbirinize danışarak alın’ der. Ekonomiyle ilgili ‘faiz haramdır’ der, ‘zenginlik belli kişilerin ellerinde toplanmasın’ der.

Bugün de, bu dini referanslardan hareket edilerek küresel sermaye ile uyum sağlanmaya çalışıldığı fikrine katılıyor musunuz?

Sosyalizm ile İslam arasında ilişki var mı yok mu? Bana göre böyle bir yaklaşım yanlıştır. Sosyalizm, felsefi olarak dine çok terstir. Ama genel anlamda sol söylem, adaleti, eşitliği, özgürlüğü öngörür. Müslüman olmayan toplumlarda adalet, eşitlik, kardeşlik hareketi dediğiniz zaman bu soldur. Eşitlik ekonomideki eşitliği de içine alır. Şöyle bir şey söyleyebiliriz. İslam eşittir sosyalizm denilemez, İslam sosyalizme geçit verir denilemez. Ama İslam sol politikalara kapalı değildir. Evrensel anlamı ile eşitlik, kardeşlik, dayanışma, adalet, hukuk, gibi kavramlarla söyleyeceksek hiç de ters değildir. Dinin siyasallaşması yanlış propaganda ediliyor. Marks’ın batı toplumu için kullandığı bir laf vardır. Marks, ‘din afyondur’ diyordu. Hakkaten de din batıda kitleleri uyutuyordu. Kapitalistlere karşı sermaye dinine karşı kitleleri uyutuyordu. Doğudaki diktatörlere karşı, kabileciliğe, feodalizme karşı din halkı uyutma aracı olarak kullanılıyordu. Seyyid Kutup’un, Ali Şeriati’nin dediği bu din değil. Hatta Şeriati’nin ‘Dine Karşı Din” adlı kitabı vardır. Şeriati, din bu haksızlıklara zulme cevaz vermez der. Dini siyasallaştırılması denilen şey de budur. Bugün fonksiyonu ne? Ben bugün İslamın bu coğrafyada ABD’nin bu işgallerine sömürmesine, yakıp yıkmasına, aynı zamanda yerel diktatörlerin baskılarına karşı, uygulanan ekonomik yağma politikalarına karşı bu coğrafyanın vicdanı olduğuna inanıyorum. Bu coğrafya halkları için müthiş bir imkandır bu. Bu imkan da fark edilmiştir.

Türkiye, son birkaç yıldır çok yoğun bir şekilde yabancı sermayeyi çekiyor. ABD, Avrupa, Arap sermayesi adeta akın ediyor. Şirketler satılıyor, bankalar elden çıkıyor. Ekonomideki yabancılaşmanın geldiği noktayı siz nasıl görüyorsunuz?

Başbakan Erdoğan ‘yabancı sermaye yoktur, küresel sermaye vardır’ diyor. Bunu benim külahıma anlatsın. Tehlikeyi yumuşatmaya çalışıyor. Sermaye daha fazla kar amaçlar. Hele bu neoliberal dönemde küresel sermaye sosyal devleti her şeyi bir tarafa bırakıyor, saldırgan bir şekilde bütün dünyada kazanmaya çalışıyor. Bu kazancın en temelinde de spekülasyon vardır, faiz vardır. Dünyada birikmiş sermayenin yüzde 90’ı spekülasyondadır. Bu ne demektir? Bankadadır, faizdedir, dövizdedir, bonodadır. Sermayenin yüzde 10’u, reel ekonomide, mal üretiyor, satıyor, yatırım yapıyor. Dünyada başıboş sermaye ışık hızı ile dolaşıyor. Londra’da bir işlem yapıyor, bir saniye sonra Tokyo borsasında, bir saat sonra İstanbul borsasında işlem yapıyor. Böyle bir sermaye var. Bu sermaye çok saldırgan, insani değil. Tayip Erdoğan’ın ‘küresel sermaye var yabancı sermaye yoktur’ demesi son derece yanıltıcı bir şey. En büyük yalan da ‘Türkiye’nin büyümesi gerekiyor, refahını artırması gerekiyor. Bunun için yabancı sermaye gerekiyor’ denilmesidir. Türkiye’nin kaynakları vardır. Türkiye bir yılda 100 milyar doların üzerinde faiz ödeyen bir ülkedir. Kaynakları sürekli yağmalanmış. 2001 krizini düşünün, müthiş bir şekilde borçlandırılmışız. Türkiye borç çeviren sürekli faiz ödeyen bir ekonomi. Bütün kaynaklarını da faize yatırıyor. Yabancı sermaye niçin geliyor, istihdam, refahı artırmak için mi? Hayır. Prensip olarak yatırım ve üretim yapan bir yabancıya karşı değilim ama böyle bir şey yok. Bu sadece Türkiye ile ilgili değil. Bütün dünyanın problemi bu. Para serbest istediği gibi dolaşacak, dünya finans sistemine eklemleyeceksiniz sadece borç alıp faiz ödeyen ekonomiler yapacaksınız. Üreten ekonomiler yapmayacaksınız. Türkiye’de 2001 krizinden bu yana bu politika uygulanıyor. İstihdam büyümüyor, refahımız artmıyor. İşsizlik azalmıyor. Ekonomi büyüdü dedikleri şey, sanal büyümedir, ithalata dayalı büyümedir. 100 milyar dolarlık ihracat var ama 170 milyar dolarlık da ithalat var. İhracatta da katma değer yok. Türkiye’de 100 milyar dolarlık ihracat yapıyoruz ama 70-80 milyar doları ithalat yoluyla dışarı gidiyor. Biz yabancılar adına üretim yapıyoruz.

Bu durum İslami renk taşıyan partilerin ekonomide düştüğü çıkmazın ifadesi sayılabilir mi?

Türkiye İslamcılarının dünya İslamcılarının birkaç tane ciddi problemleri var. Bunlardan bir tanesi de serbest piyasa ilişkilerindeki problemdir. Peygamberimizin ‘kazancın onda dokuzu ticarettir’ lafından yola çıkarak ya da Medine’de Pazar olduğunu söyleyerek neoliberal politikaları aklamaya çalışmak doğru değildir. Bana göre Müslümanlık pazarı değil ama bu şekildeki piyasayı reddeder. Sermaye tapıcılığını da reddeder. “Zenginlik belli ellerde dolaşan güç olmasın” denilir. Kapitalizm çok uluslu şirketler koalisyonudur. Bu din bunu reddeder. O nedenle geçmişte sosyalizmle ilişki kurulmaya çalışılmıştır. Faizi haram kılan bir din kapitalist topluma izin verebilir mi? Bu arkadaşlara soruyorum. Bu kadar başörtüsü için direniyorsunuz. Başörtüsü ayetleri ile faiz ayetleri farklı farklı mı? Siz faiz ayetlerini görmüyorsunuz, başörtüsü ayetlerini görüyorsunuz. Bu nasıl Müslümanlık?

Yabancı sermayeyi çekmek, ekonomiyi yabancılaştırmak Türkiye’de ulusal sınırlar içindeki iktidar odaklarına karşı dış güçlerle denge oluşturma gibi bir gerekçe de içeriyor mu?

Evet, yaşadığımız tam da bu dediğinizdir. AKP, Türkiye’de yerleşik iktidar güçlerine karşı ayakta durmak için uluslararası iktidarlara yaslanmıştır. Sadece ekonomik sermayeye değil, uluslararası güçlere yaslanmıştır. AB, ABD, Yahudi sermayesiyle, değişik kuruluşlarla yerleşik iktidara karşı tutunmaya çalışmıştır. IMF, Dünya Bankası programlarını uygulamaya devam ederek ‘bunların önerdikleri ekonomik programlara sarılırsam yerleşik iktidara karşı ayakta durabilirim’ diye düşünerek hareket etmektedirler. AKP’nin bu kadar saldırgan liberal politikalar uygulamasının psikolojik sebebi budur.

Bu düşünce tarzı aslında Doğu aleminde çok rastladığımız bir durum. Yerel güçlere karşı dış bir destek arayışı her zaman sözkonusu. Doğu toplumlarında kimi aydınlar, değişim için dış bir iradenin olması gerektiğini düşünüyorlar. Neden?

Burada bir medeniyet yaklaşımı açısı gerekiyor. Biliyorsunuz biz yenilmiş bir medeniyetin çocuklarıyız. İslamcılık da bu zaten. Bizi yenen medeniyetin araçlarına uzanmışız. İlk İslamcılar’dan Afgani, “Batının kültürünü reddedelim ama silahını fennini alalım” demiştir. Doğulu aydınlarda yenilmişlik psikolojisi var. Ya bütünüyle batının medeniyetini almak ya da İslamcıların yaptığı gibi batının kültürünü değil de fennini almak şeklinde düşünceler var.

1900’lerin başında batının silahı bilim ve teknolojiydi. Ama bugün batının silahı serbest piyasa olmuş, şimdide onu alınıyor. Burada ciddi bir problem var. 2003’te Irak’ın işgali sırasında bu durum çok ciddi şekilde görülmüş. Diktatörlerin pençesi altında kıvranmış coğrafyanın aydınları, “Saddam başka türlü devrilmiyor. Mübarek yerinde duruyor. ABD gelirse demokrasi gelir mi” diye tereddüt geçirdiler. Biz bu sırada Doğu konferanslarını yaptık ve bu düşünceyi tartıştık. Kısa zamanda görüldü ki, küreselleşmenin işgal yöntemi kullanılarak demokrasi, refah, özgürlük gelmiyor. Yenilmiş medeniyetin aydınlarının rüya gördükleri Irak’ta, Afganistan’da ortaya çıktı. Ama kötü gelişmelerin de hayırlı sonuçları var. Kurtuluşun batıdan geleceği düşüncesi Irak işgalinden önce yaygındı. Ama bakıldı ki, uygarlık gelmiyor. Dünya Bankası açlığa karşı uyarıyor. Oysa bu açlık sizin dünyaya dayattığınız tarım politikaları sonucu değil midir? Bu coğrafyada 5 yılda çok hızlı gelişmeler oldu ve bugün değişik ideolojik çizgilerde bulunanlar, liberaller, milliyetçiler, sosyalistler ABD işgaliyle özgürlüğün gelmediğini gördüler. Irak’ta 1 200.000 insan öldü. Nüfusun yüzde 90’ı temiz su bulamıyor, 20 milyon insan aç yatıyor. 2.5 milyon insan yer değiştirdi. Altyapı kalktı. Sistematik şekilde aydınlar, doktorlar öldürüldü. Bir halk demokrasi gelecek diye yok ediliyor. Irak, bölündü, parçalandı. Bütün farklılıklar kışkırtıldı. İnsanlar birbirlerine düşürüldü. Afganlılar yaban hayvanlar gibi avlanıyor.

Doğu konferansları nasıl bir etki bıraktı?

Doğu konferanslarına farklı görüşlerden aydınlar katıldı. Suriye, İran gezisinde çok farklı tecrübeler yaşandı. Türkiye’de sağcısından liberaline kadar yüzü batıya dönük aydınlar özel sebeplerden dolayı doğuya önyargılı bakıyorlar. Bizim ortak paydalarımız vardı. ABD’nin, ekonomik, kültürel işgaline karşı durmak; bunun yanı sıra yerel diktatörlere de karşı durmak vardı. Beklentinin ötesinde yol aldık. Türkiye’de ilk defa Doğu kentlerine Tahran’a, İsfahan’a, Beyrut’a Şam’a giden insanlar vardı. 10 defa 20 defa Paris’e gitmişler ama Doğu ülkelerine, şehirlerine gitmemişler. Doğu konferansının çağrısıyla başlayan ilişkilerdeki gelişmelere bir örnek vereyim. Doğu gezisinden önce ayda bir kafile İstanbul’a geliyorsa bugün bin kafile geliyor, şimdi araştırma kuruluşları birlikte toplantılar yapıyorlar, işadamları geziler düzenliyorlar. Bu, müthiş bir şey. Artık bu coğrafyada bir dönüm noktası yaşanıyor. Dünyayı yok eden, açlığa ve çevre felaketlerine mahkum eden bir uygarlığa itiraz başlamıştır.

Yabancı Sermaye verileri konusunda daha fazla bilgi için:

YASED, Mart 2008’de Uluslararası Doğrudan Yatırımlar (UDY) Değerlendirme Raporu’nu açıkladı. Konuya ışık tutması bakımından raporun bazı bölümleri şöyle:

Türkiye’de sağlanan siyasi ve makroekonomik istikrar ve reform süreci ile yatırım ortamının iyileştirilmesine yönelik çalışmalar sayesinde, 1995-2004 döneminde ortalama 1,4 milyar dolar olan UDY girişleri 2005 yılında 10 milyar dolar, 2006 yılında 20 milyar dolar ve 2007 yılında 22 milyar dolar seviyelerine ulaşmıştır. Türkiye, en fazla UDY çeken ülkeler arasında 2003 yılında 53. sırada iken, 2004 yılında 37. sıraya, 2005 yılında 22. sıraya ve 2006 yılında 16. sıraya yükselmiştir. 2007 yılının geçici verileri, Türkiye’nin ilk 20 içinde yer alacağını göstermektedir.

(...)

2007 yılında Türkiye’ye 21,9 milyar dolarlık UDY girişinin, 19 milyar dolarını net doğrudan yabancı sermaye girişleri, 2,9 milyar dolarlık kısmını ise yurtdışında yerleşik kişilerin gayrimenkul alımları oluşturmuştur. En büyük beş UDY girişi kalemi 19,2 milyar doların 9,5 milyar dolarlık kısmını açıklamaktadır ve B&S işlemlerinden kaynaklanmıştır.

(...)

2007 yılında finansal hizmetler yüzde 60 pay ile en fazla UDY girişinin olduğu sektör

olurken; imalat sanayi yüzde 22 pay ile en fazla sermaye girişinin olduğu ikinci alan

olmuştur. Son 5 yıldaki girişlere toplu olarak bakıldığında ise girişlerin yüzde 80’inden fazlasının hizmetler sektöründe gerçekleştiği görülürken, yüzde 19 paya sahip imalat sanayinin alt dallarında ise kimyasallar, gıda-içecek-tütün ve metalik olmayan mineraller başta gelmektedir.

(...)

2007 yılında UDY girişlerinin ülkelere dağılımına bakıldığında ise Hollanda – özellikle ING Bank’ın Oyakbank’ı satın alması ve Eureko’nun Garanti Sigorta’nın yüzde 80 hissesini almasından kaynaklanan girişlerle - geçtiğimiz yıllarda olduğu gibi birinci sırada yer alırken; Citibank-Akbank anlaşmasının devam eden ödemeleri dolayısıyla ABD ve NBG-Finansbank anlaşmasının devam eden ödemeleri dolayısıyla Yunanistan girişlerde yüzde 10’un üzerinde paya sahip ilk 3 ülke olmuşlardır. Türkiye’deki başlıca yatırımcı ülkelere son 5 yıllık dönemde bakıldığında ise Hollanda, ABD, Yunanistan ve Belçika’nın yüzde 10’un üzerinde paya sahip ilk 4 ülke olduğu görülmektedir.

(...)

2007 yılında Türkiye’de gerçekleşen toplam 180 kadar birleşme ve satın alma işleminin yarısında uluslararası yatırımcılar taraf olmuştur. Anlaşmaların toplam değerinin 25 milyar doları aştığı görülürken, bu tutarın üçte ikisi uluslararası yatırımcıların taraf olduğu anlaşmalardan kaynaklanmıştır. Birleşme ve satınalmalarda finans sektörü yine önemli paya sahip olmuş, 2006 yılında bankacılık sektöründeki işlemler dikkat çekerken, bu yıl sigortacılık sektöründe de önemli sayıda anlaşma gerçekleşmiştir.

(...)

2007 yılında yatırım teşvik belgelerine bakıldığında uluslararası sermayeli şirketlerce yapılması öngörülen 5,4 milyar dolarlık 198 adet yatırım projesi için teşvik belgesi alınmıştır. Son 5 yıllık (2003-2007) dönemde ise uluslararası sermayeli şirketlerce toplam bin civarında proje kapsamında 16,3 milyar dolarlık yatırım öngörülmüştür.

(...)

2007 yılında kurulan 3.702 adet yeni uluslararası sermayeli şirket ile birlikte, Türkiye’deki toplam yabancı sermayeli şirket sayısı ise 18.308’e ulaşmıştır.

(...)

18 bin 308 uluslararası sermayeli firmanın ülke gruplarına göre dağılımına bakıldığında ise AB ülkeleri ortaklı girişim sayısı 10 bin 720 ile birinci sırada yer alıyor. Bu grupta Almanya 3 bin 125 firma ile birinci sırada. Almanya'yı İngiltere (1.831 adet) ve Hollanda (1.419 adet) izliyor. 18 bin 308 uluslararası firmanın 10 bin 53'ü İstanbul'da bulunuyor. İstanbul'u Antalya (2.283 adet), Ankara (1.224 adet) ve Muğla (1.123 adet) illeri izliyor.

Kelime Ata

habercek.com



Arkadaşına Gönder   Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
  Toplam yorum 0   Onay bekleyen 0  


Yorumunuz editörlerimiz tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

  Bu kategorideki diğer haberler


HAİN SALDIRI SON ANDA ÖNLENDİ

BÜYÜKANIT'A ERGENEKON KOMŞUSU

ÖCALAN, SAVCI ÖZ'E ERGENEKON'U ANLATACAK!
»  PUTİN, ERDOĞAN'IN TELEFONUNA ÇIKMADI
»  ERGENEKON SUSKUNU
»  YANLIŞLIKLA SAĞLAMBÖBREĞİNİ ALDILAR!
»  DTP'Lİ FATMA KURTULAN'IN EŞİ DEVLET AJANIYMIŞ!
»  PKK'NIN AYNASI PKK'LI CENAZESİNİ BÖYLE SIRTLADI
»  ALİ KALKANCI CİNLERİ İÇİN 3 BİN KADRO İSTEMİŞ
»  SAVCI'NIN ELİNDEKİ EN BÜYÜK KOZ
»  BATUM AÇIKLARINDA TÜRK DENİZ PİYADELERİ
»  SUSURLUK RAPORUNDAKİ İNCE AYRINTI
»  MELİH GÖKÇEK, KENDİSİNİ 18.TÜRK BÜYÜĞÜ İLAN ETTİ
»  İŞTE BAHÇELİ'NİN KARTAL YUVASI GİBİ YENİ VİLLASI
»  GAZİANTEP'TE HORTUM ORTALIĞI SAVAŞ ALANINA ÇEVİRDİ
»  ERMENİ GAZETECİLER CEPLERİNİ TOPRAKLA DOLDURDULAR
»  ŞEHİTER 15 GÜN ÖNCE ÖLEN BABASININ YANINA GÖMÜLDÜ
»  KAYIP BAŞBAKAN BULUNDU
»  BÜYÜKANIT'A SİSAM MANZARALI 480 METRE KARELİK VİLLA
»  ALİYEV'E DARBEYİ ÇİLLER Mİ, DEMİREL Mİ HABER VERDİ?
»  ÇİLLER'DE DARBECİ ÇIKTI
»  ŞENER, SİYASETTEN NEDEN KOPTUĞUNU İLK KEZ AÇIKLADI
»  RUS-GÜRCÜ SAVAŞI'NIN FATURASI TÜRKİYE'YE Mİ?
»  BAŞBAKAN ERDOĞAN YİNE KAYBOLDU!
 
  ÇOK OKUNANLAR
  YAZARLAR

 
EMİN VAROL
 
GAZETEC? ACI S?YLER !

 
Ercan Deva
 
Hatalar Zinciri ve Ortak Akıl

 
MURAT ŞAHİN
 
Matematik Ucuzlugu

 
Cahit Saraçoğlu
 
100 Milyar Liralık Destek Alacaklar
  ÇOK YORUMLANANLAR
  ANKET
Cumhurbaşkanlığı Seçimerinde Kim Kazanır?
Recep Tayyip Erdoğan
Kemal Kılıçdaroğlu
Muharrem İnce
Diğer
 Sonuçları göster   
 
 
RSS

Add to Google
Medya Spot'ta yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz.  Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Medya Spot sorumlu tutulamaz.