Vatan’dan Mine Şenocaklı’ya konuşan Nur Vergin bir soruya,'(Dindarlar üzerinde) O kadar baskı vardı ki... Bir örnek vermek istiyorum, ben laik kesim içinde doğdum büyüdüm ve öyle devam ettim yaşamaya. Yıllar önce yeni bir eve geçmiştim ve içimden Kuran okutmak geldi. Anneme, 'Bir hoca çağırıp okutsak' dedim. 'Ya iyi olur' dedi. Fakat sonra 'Komşular ne der' diye düşündüm. Bir hafta sonra aynı apartmanda bir Musevi ayini yapıldı ve hiçbir şey olmadı. Demek ki belirli yerlerde Müslüman Türkler üzerinde yasal olmamakla beraber böyle bir baskı vardı.' şeklinde cevap verince ortalık karıştı.
Vergin’in bu sözleri üzerine Ertuğrul Özkök geçtiğimiz hafta “Arkadaşım bunu söylerse” diye bir yazı kaleme aldı ve Vergin’i “insafa” davet etti:
“Allah aşkına elinizi vicdanınıza koyun ve söyleyin. Siz hayatınızda böyle bir şeye şahit oldunuz mu? Hiç böyle bir sıkıntıya düştünüz mü? Yani laik insanların oturduğu bir apartmanda birisi mevlit okutmak isteyecek ve komşular bundan rahatsız olacak, tepki gösterecek? Yahu bu ülkede, bazı insanlar apartmanlarda kurban kesiyor da kimse sesini çıkarmıyor, buna mı çıkaracak? Ben Türkiye'nin 'en laik' diye bilinen şehrinde, İzmir'de doğdum büyüdüm. Cuma günleri, bayram günleri bütün camileri dolup taşardı. Ramazanlarda bütün fırınları pide çıkarırdı. Bu ülkenin en tartışmalı dini şahsiyetlerinden biri olan Fethullah Gülen bu şehirde tanınmaya başladı. Her cenazeden sonra evde mevlit okunur. Siz hayatınızda mevlitten rahatsız olan bir insana rastladınız mı?”
Özkök’ün yazısıyla birlikte Vergin tartışması alevlendi. Milliyet yazarı Taha Akyol, Ertuğrul Özkök’ün de aralarında yer aldığı bir grup yazarı Vergin’e karşı “linç kampanyası” yürütmekle suçladı: “Prof. Nur Vergin'e karşı yürütülen hakaret kampanyası yeni bir örnek oluşturdu” .
Özkök’ten Akyol’a cevap gecikmedi: “Milliyet Gazetesi yazarı Taha Akyol bizleri, Nur Vergin'i 'linç etmekle' suçladı. Neyle linç etmişiz? Taşla recm ederek mi? Elimizde sopa vura vura mı, yoksa yağlı ipi boynuna geçirerek mi? Hadi daha sofistikesine gidelim. Elimizdeki kalemi silah haline getirip, hakaret, iftira, karalama ile mi?” Özkök, yazısını Vergin gibi düşünenleri tezlerini ispata davet ederek bitirdi.
Polemik, bugün de Taha Akyol’un Özkök’e verdiği yanıtla sürdü. “Ertuğrul Özkök ‘Taha Akyol bizleri Nur Vergin'i linç etmekle suçladı’ diye yazdı. Halbuki benim yazımın konusu Ertuğrul Özkök'ün Nur Vergin'i eleştirmesi değildi. Nur Vergin'in kendisinin anlattığı olgulardı: ‘Ne para pul, mevki düşkünlüğüm, ne AKP yalakalığım, ne CIA ajanlığım, ne de cahilliğim kaldı.Hedefteki kadın' oluverdim...’ Vergin'le mülakatı yayımlayan Vatan gazetesi ve Vergin'in kendisi böyle bir mail ve telefon yağmuruna tutulmuştu. Benim yazımın konusu buydu. 'Linç' kelimesini mecazi anlamda kullandığım da açıktı” diyen Akyol, “dindarlara baskı” konusunda son sözü söyledi: “Elbette Türkiye'de ibadetlere kimse karışmıyor; tam bir özgürlük vardır. Ama tartışma, 'mabet ve vicdan' içinde kalan ibadetlerden değil, dini muhafazakârlığın toplumda görünür hale gelmesinden çıkıyor.”
İşte, Taha Akyol'un polemikte son aşamayı teşkil eden yazısı:
Bir linç hikâyesi
Nur Vergin tartışması... Ertuğrul Özkök 'Taha Akyol bizleri Nur Vergin'i linç etmekle suçladı' diye yazdı. Halbuki benim yazımın konusu Ertuğrul Özkök'ün Nur Vergin'i eleştirmesi değildi.
Nur Vergin'in kendisinin anlattığı olgulardı:
'Ne para pul, mevki düşkünlüğüm, ne AKP 'yalakalığım', ne CIA ajanlığım, ne de cahilliğim kaldı.
'Hedefteki kadın' oluverdim...'
Vergin'le mülakatı yayımlayan Vatan gazetesi ve Vergin'in kendisi böyle bir mail ve telefon yağmuruna tutulmuştu. Benim yazımın konusu buydu.
'Linç' kelimesini mecazi anlamda kullandığım da açıktı.
Özkök yazısında 'Taşla recm ederek mi linç etmişiz?.. Elimizdeki sopa ile vura vura yağlı ipi boynuna geçirerek mi linç etmişiz?' diye soruyordu!
Dün ve bugün dindarlara hiç baskı yapılmadığını da yazıyordu.
Taşla recm etmek!
Din ve vicdan özgürlüğüne baskılar konusunda Mete Tunçay ve merhum Bülent Tanör gibi sol eğilimli ve seküler akademisyenlerin yazdıklarını hatırlatmakla yetiniyorum.
Geçmiş geçmiştir, bugün için önemli olan, zihinlerde oluşmuş algılama ve ona bağlı davranış biçimleridir; yıllardır süren tartışmanın sebebi de budur.
Yakup Kadri 1948'de yazdığı Panorama adlı muhteşem romanında seçimlerle sandıktan irticanın çıktığı, yobazların inlerinden fırlayarak ilericileri kıtır kıtır kestiği bir Türkiye'yi resmediyordu!
1950'de iktidara gelen Demokrat Parti öyle miydi?!
Nur Vergin'in ifade özgürlüğünü savunmakla Taliban ve Vahabi rejimleri arasında bağlantı kurmak ya da böyle çağrışımlar oluşturmak da bu algılama tarzıyla ilgili olsa gerek.
Büyük muhafazakâr kitlenin öyle bir rejim istediğine dair bilimsel bulgular mı var? Recm cezası getirmek için mi AB'ye girmek istiyorlar?!
Hayır, tam aksine, muhafazakâr kesimde modernleşmenin etkilerini kanıtlayan bilimsel araştırmalar var.
Yoksa 'taşla recm eden' veya 'sopalarla vurarak boyunlara yağlı ip geçiren' bir rejim isteyenler liberaller miydi?!
Bu derin 'irtica' korkusu 'savunmacı otoriteryen' denilen baskıcı bir kültür ve davranış oluşturmuştur.
Hangi özgürlük?
Elbette Türkiye'de ibadetlere kimse karışmıyor; tam bir özgürlük vardır. Ama tartışma, 'mabet ve vicdan' içinde kalan ibadetlerden değil, dini muhafazakârlığın toplumda görünür hale gelmesinden çıkıyor.
AİHM içtihatlarına göre, dinin toplumsal görünürlüğü demokratik bir haktır.
Dinin toplumsal görünürlüğünün laik yaşantı üzerine baskı kurmamasına özen göstermek, laikliğin getirdiği özgürlükleri savunmak demokratik bir tavırdır. Ama aynı demokrasi, laik elitlerin muhafazakâr hayat tarzları üzerinde baskı kurmasına, onları aşağılamasına karşı çıkmayı da gerektirir.
Türkiye'deki jargonlara bakın, aşağılayıcı terimler ve 'öteki'ne karşı kibirli tavırlar en çok hangi kesimlerde; görürsünüz.
Şu mesele önemlidir: Türkiye'de dinsel görünürlüğün arkasında Taliban mı, yoksa modernleşme mi vardır? Modernleşme yani şehirleşme, eğitim, meslekleşme, dışa açılma, piyasa ekonomisi, merkez-kenar farkının aşılması...
Bu meseleyi özgürce ve bu düzeyde tartışmak faydalıdır.
'Bizler' ve 'ötekiler' kamplaşmasına dayalı bir tartışmayı doğru bulmam.
İnanıyorum ki, hoşgörü ve empati her ideolojiden değerlidir.