Prof. Mithat Sancar, Başbakan’ın üniversitelerde türban yasağının anayasa değişikliğiyle çözüleceği açıklamasını NTV’de değerlendirdi. Oğuz Haksever’in sorularını yanıtlayan Prof. Sancar, üniversitelerde türban yasağını “kronik, kangren olmuş” bir sorun olarak tanımladı ve Anayasa Mahkemesi’nin türban yasağına ilişkin kararı nedeniyle, bu sorunu anayasa dışında çözme şansı olmadığını söyledi. Prof. Sancar, yeni anayasayla darbeyi önleyecek düzenleme konacağı haberlerine karşı; darbenin suç olduğunu, ancak hukukla engellenemeyeceğini savundu; AB normlarına uygun milletvekili dokunulmazlığı haberleri için ise şöyle dedi: “Türkiye’yi demokratik bir hukuk devleti gibi yapma niyetiyle bu değişikliği yaptığınızı söylüyorsanız, bu anlayışı bugün iktidardayken harfiyen uygulamanız gerekiyor.
Ben AKP hükümetinin hukuk devleti konusunda kararlı bir iradeye ve tutarlı bir uygulamaya sahip olmadığını düşünüyorum. Karşımızda Hrant Dink cinayetiyle ilgili sorunlar var; Malatya davası var; benzer daha bir sürü uygulama var ve bürokratların dokunulmazlığını burada sağlayan şey hukuk değildir, fiili durumdur.”
Sancar, normal şartlarda anayasada türban yasağını kaldıran hüküm bulunmasının kuşkusuz yadırganacağını, ancak Türkiye şartlarında bunu normal karşıladığını belirterek şöyle konuştu:
YASA YAPARSANIZ, ANAYASA MAHKEMESİ İPTAL EDER
“Genel olarak baktığımızda, tabii anayasada böyle bir konuda hüküm bulunması kuşkusuz yadırganır. Ama soruna Türkiye açısından baktığınızda farklı bir değerlendirme yaparsınız; çünkü kronikleşmiş, kangrenleşmiş bir sorunla karşı karşıyasınız ve ortada Anayasa Mahkemesi kararına dayanan sıkıntılı bir uygulama var. Bu karara karşı yasayla bir değişiklik yapma şansınız yok. Çünkü sonuçta bu yasa Anayasa Mahkemesi’ne giderse iptal edilecek. Bu sorunun; yani çok özgür olarak tanımlanmak suretiyle, ‘yüksek öğrenimde kılık kıyafet yasağı’ olarak tanımlanmak şartıyla, çözüm yeri şu anda anayasadan başka bir zemin olarak görünmüyor. Yani bunu çözebilmeniz için başvurabileceğiniz zemin-araç anayasa olarak karşımızda duruyor. Ben kişisel olarak bu sorunun çözülmesi gerektiğinden yanayım. Yani üniversitelerde yüksek öğrenimde başörtüsü yasağının kalkması gerektiğini düşünüyorum. Bu yasağın kalkması için şu anda Türkiye’deki duruma bakarsanız anayasadan başka araç da elverişli görünmüyor. O nedenle hangi formülle bunu ortadan kaldıracakları elbette önemli; ama anayasada bunu kaldırmaya, bu yasağı kaldırmaya yönelik bir hükmün yer alacak olmasını ben Türkiye şartlarında da normal karşılıyorum.”
KÖTÜ NİYETLİ KULLANIMA YOL AÇABİLİR
Oğuz Haksever’in “Anayasa ile çözülmesi halinde sorun olur mu, sorun kalkar mı” sorusu üzerine de şöyle dedi:
“Bilim kurulunun oluşturduğu taslak var elimizde sadece. Bir de sayın Fırat’ın AKP Genel Başkan Yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat) açıklamaları var. Ama sayın Fırat’ın açıklamalarından ayrıntıları öğrenme imkanımız olmuyor. Şu an nasıl bir formül kullanıldığını buradan çıkaramıyoruz. Yani bir taraftan bakıyorum iki tane alternatif önermişler; ‘Kılık ve kıyafetinden dolayı hiç kimse yüksek öğrenim hakkından mahrum bırakılamaz’ diye birinci alternatif, ‘eğitim-öğrenim hakkı’ başlıklı maddeye ekleniyor. Diğeri ‘Yüksek öğretim kurumlarında kılık ve kıyafet serbesttir’ şeklinde. Her ikisinde de uygulamada sorunlar çıkabilir. Mesela birinci formül, bazı kötü niyetli kullanımlara dayanak oluşturabilir. Örneğin, her türlü kılık kıyafetle üniversiteye gelinmesi halinde gerçekten bunun bir sınırı olmayacak mı, gibi bir tartışma çıkacaktır.
MAYOYLA GELMEK ‘GENEL AHLAK’ KAYDIYLA ÖNLENİR
“Bundan sonraki aşama bu hüküm formüle edildikten sonra nasıl uygulanacağına bağlıdır.
Ancak uygulamada karşımıza çıkacak sıkıntıları gördükten sonra tartışmaları daha fazla derinleştirme imkanımız var. Önerilen hükümlerin tamamen sorunsuz olduğunu düşünmüyorum. Dediğim gibi başka türlü kullanımlara da kesinlikle açık. Örneğin basında sık sık bazı köşe yazarlarının dile getirdiği: cübbe ile fes ve benzeri kıyafetlerle üniversiteye gelinmesi halinde ne yapılacak, gibi bir soru var. Veya mayoyla, bikiniyle gelinmesi halinde ne yapılacak, diye bir soru var. Ben bu soruların çok ciddiye alınması gerektiği kanısında değilim. Çünkü sonuçta başka alanlarda başka sınırlamalar da olacaktır. Kamu düzeni, genel ahlak gibi... Eğer bunlar sorunun özünü saptırmak niyetiyle değil, çözmek niyetiyle kullanılırsa, başörtüsü yasağı üniversitelerde anayasal bir hükümle ve daha az sıkıntı yaratacak şekilde kaldırılabilir, diye düşünüyorum.”
DARBE SUÇTUR AMA ANAYASAYLA ENGELLENEMEZ
Prof. Sancar, AKP’li Fırat’ın önem verdiği, “Egemenliği halktan almayan kimsenin, bunu kullanamayacağı” şeklinde düzenlemeyle dolaylı olarak darbenin engelleneceği yorumu için de şunları söyledi:
“Darbe hukuksal bir sorun değildir. Herkes de biliyor, sayın Fırat da biliyor. Darbe güç sorunudur, kuvvet sorunudur. Darbeye cesaret etmek kendini güçlü görmekle ilgili bir şeydir. Darbeyi engellemek anayasal hükümlerle de pek mümkün değildir. Çünkü bugüne kadar yapılan bütün darbeler bana göre çok açık anayasa ihlalidir, anayasal düzenin silah zoruyla askıya alınması gibi ciddi bir suçu oluşturur. Türk Ceza Kanunu’ndaki en ağır suçlardandır. Dolayısıyla buraya konacak hükümlerle darbeyi engellemek gibi bir vehme, bir hayale kapılmak doğru değil. Darbe siyasal toplumsal güç dengeleriyle bağlantılı bir sorundur. Ordunun siyasal sistemdeki yerini belirlemeye yönelik başka alanlarda yapılan düzenlemeler kuşkusuz önemlidir. Ama bana göre, darbeyi hukuk yoluyla engellemek, darbeye karşı hukuksal-mutlak garantiler getirmek, mümkün değildir. 1924 anayasasındaki hüküm ‘egemenlik kayıtsız şartsız milletindir’. 61 ve 82 anayasalarındaki hüküm de budur. Zaten bizim anayasa hukukumuzun temel ilkelerindendir.”
DOKUNULMAZLIK ‘SUÇU KORUMAK’ DEĞİLDİR
Oğuz Haksever’in dokunulmazlığın AB normlarına göre düzenleneceği açıklamalarını hatırlatması üzerine de, Prof. Sancar’ın cevabı şöyle oldu:“AB normları dediği zaman neyi kastettiğini tam anlamıyoruz. Önümüzdeki taslaktan çok belirgin değil. Milletvekilliği ya da yasama sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı diye iki kurum var. Yasama sorumsuzluğu kürsüde sarf edilen sözlerden ve bunların başka yerde tekrarlanmasından dolayı vekillerin hiçbir şekilde sorumlu tutulmamasını öngörür; ki bunun sınırsız olması gerekiyor zaten. Türkiye’de sorun tam da hukukta değil, aksine uygulamada karşımıza çıkıyor. Milletvekili sorumsuzluğu ve dokunulmazlığı konusu pek çok konuyla birbirine karıştırılıyor. Dokunulmazlığın kaldırılması gereken yerler var. Açıkça suç işlemiş vekiller, daha doğrusu haklarında pekçok ağır suç ithamıyla iddianame düzenlenmiş vekiller için bugüne kadar anayasanın öngördüğünün çok ötesinde bir korumayla karşılaşabiliyoruz. Bu bir zihniyet, bu bir çalışkanlık, bu bir uygulama sorunudur. Düşünün ki, yolsuzluktan ya da başka tür suçtan, cinayetten hakkında fezleke düzenlenmiş vekillerin dokunulmazlığı yıllardır kaldırılmaz; ama sözlerinden dolayı dokunulmazlığın kaldırılması için teklifler hazırlanır. Bu, AB normlarına temelden zıt bir yaklaşımdır.
AKP’DE ‘HUKUK DEVLETİ’ İRADESİ YOK
“Sözünden dolayı hiçbir vekile soruşturma açılmaması, dava açılmaması, meclis kürsüsünün milletin temsil edildiği yer olarak görülmesine dayanır ve orada sınırsız tartışmayı teşvik etme ya da koruma gibi bir amaca hizmet eder. Suçu korumak değildir milletvekili dokunulmazlığının amacı. Belki bu tartışmadan şuna da varmak gerekiyor; AKP hükümetinin bugün anayasayla getirmek istediği yenilikler konusundaki iddiasını, şimdiye kadarki uygulamasıyla da karşılaştırıp ölçmek gerekiyor: Siz anayasanın değiştirilmesinde radikal bir yaklaşıma sahipseniz, Türkiye’yi demokratik bir hukuk devleti gibi yapma niyetiyle bu değişikliği yaptığınızı söylüyorsanız, bu anlayışı bugün iktidardayken harfiyen uygulamanız gerekiyor. Ben göremiyorum. Ben AKP hükümetinin hukuk devleti konusunda kararlı bir iradeye ve tutarlı bir uygulamaya sahip olmadığını düşünüyorum.
Karşımızda Hrant Dink cinayetiyle ilgili sorunlar var; Malatya davası var; benzer daha bir sürü uygulama var ve bürokratların dokunulmazlığını burada sağlayan şey hukuk değildir, fiili durumdur.”