Günün Haberleri   |   Giriş sayfam yap   |   Favorilere ekle   |   Künye   |   İletişim   |   Sitene haber ekle


 
DOLAR
35,2474
EURO
36,7232
IMKB
9.627,000
ALTIN
2.964,560
 
Hava Durumu ANKARA
4 / 10 C°
Değiştir
 
     
 
Medya Spot Google
 
 
 Ana Sayfa  Gündem   Ekonomi   Dünya   Yaşam   Medya   Spor   Magazin   Polis Adliye 
 
KÖŞK’ÜN KİRACISI, KENTLİNİN SANCISI
 Cahit Saraçoğlu 10 Haziran 2011 Cuma  
Görünen o ki siyasi liderler arasında “Köşk’ün yeni kiracısı kim olsun” temasları sürerken, yılın ikinci yarısından sonra yapılacak genel seçimlerde “muhtemel” ittifaklara ilişkin görüşmeler de sessiz sedasız yapılıyor. Bu çerçevede ANAP Genel Başkanı Erkan Mumcu’nun DYP Genel Başkanı Mehmet Ağar ile yaptığı görüşmede, iki parti arasında muhtemel bir birleşmede Mumcu’nun ANAP Genel Başkanlığını bırakabileceği sinyalini verdiği kulağımıza geliyor. Ama bu yazının konusu bunlar değil…Bu yazının konusu; Cumhurbaşkanlığı makamı da dahil Türkiye’de önemli kurumların başına atanacak adayların “eşinin başı kapalı” gerekçesiyle istenmemesini irdelemek. Türkiye’de uzun bir süredir Anadolu’nun bir köyünde büyümüş, oradan büyük şehirlere gitmiş okumuş, ama köyünün kültürünü de kente getirmiş ve halen de sürdüren insanların, ülkenin önemli köşe başı kurumlarının başına gelmesi, söz sahibi olması kabullenilemiyor. Anadolu’dan gelip söz sahibi olan insanları kabullenemeyenler düşüncelerini; “eşlerinin başları kapalı”, “Türkiye’de İslami hayat tarzını genel toplum düzenine uyarlamaya çalışmak istiyorlar” şeklinde bir takım önyargı oluşturan cümlelerle ifade ediyorlar. Önce şu “Anadolu insanı” ifadesi ile kimleri anlatmak istediğimi açayım…Sonra da bu önyargılı cümlelerin doğruluk payı var mı? Yok mu? onu… Türkiye’de önemli kurumların başına yapılan atamalarla ilgili ilk ilginç tartışma Merkez Bankası Başkanlığı’nda yaşandı. Süreyya Serdengeçti’den boşalan Banka’nın başına atanacak kişinin seçiminde de bir “insan-toto” oyunu oynandı. “Kim olacak. Nasıl olacak. Kim yakışır. Hangi özellikleri taşıyanlar Merkez Bankası Başkanı olabilir” şeklinde kamuoyunda bir dizi sorular yumağı oluşturuldu. Durmuş Yılmaz’ın getirilmesinin ardından evinin kapısının önünde bir sürü ayakkabının bulunduğu, eşinin başı kapalı, üzerinde ayak bileklerine kadar uzanan bir pardösünün olduğu çekilmiş bir fotoğraf karesi yansıdı gazetelere. Böylece “köşe başı” olarak nitelendirilen kurumlardan birinin başına gelen kişinin teknik bilgisine, o kurumda kazandığı tecrübelere değil, hayata ve yaşama bakışı medya üzerinden toplumda değerlendirildi. Benzer süreç, Sermaye Piyasası Kurulu (SPK) başkanlığına düşünülen kişilerin seçiminde de sürdü. Halen de bu kuruma asaleten atama yapılamadı. SPK’ya başkan adaylarında da “eşinin başı açık mı-kapalı mı” yaklaşımı sürecek. Türkiye bir süredir; kent kültürüne uzak, Anadolu kültürünü yaşam felsefesi yapmışların söz sahibi olduğu bir dönemi yaşıyor. Ve bu da “kabullenemeyenlerce” gözden kaçırılmaya çalışılıyor. Ama ne kadar gözden kaçırılırsa ya da kabullenilmese de işin gerçeği bu ki, bu insanlar bugün söz sahibi durumundalar. Ve de iyi bir yöneticilik sergiliyorlar. Önyargılı cümlelerin doğruluk payı var mı? Buna gelince! Hem var, hem yok! Doğruluk payı var. Çünkü, gerçekten kentlileşemeyen insanlarımız üzerinde “İslami hayat tarzından yana olanların” önemli bir etkisi var. O etkinin boyutu cemaatleşmelere kadar uzadı. Doğruluk payı yok. Çünkü kent yaşamı, tam anlamıyla öğrenilemeden, yoğun göçler nedeniyle, köy hayatının egemenliğine geçti. Kente göç eden, ekonomik zorluktan geldi. Gelen kent yaşamına, kente önemli katkılar sunan sanat, edebiyat alanlarını kavrayamadı. O, kavram kargaşası içinde iken, yanı başındaki köylüsü kente geldi. Bu kez onunla köy hayatını sürdürmenin daha kolay olduğunu gördü. Bir süre sonra kente dair hiçbir etkinliği izlemedi. Kentlileşemedi. Köylü kaldı. Peki köyden gelen, köy ananelerini yaşatan kişileri “kabullenememe” yaklaşımına ilişkin süreç nereye kadar devam edecek? Cumhurbaşkanı her kim olursa olsun, o seçim bittikten sonra da bu yaklaşım devam edecek. Çünkü Türkiye halen daha köy/kent yapılaşmasını aşamadı. Ne tam kentli olabildi, ne de köy kültüründen uzaklaşabildi. İnsanımız, “küçük kent burjuvazi” sürecinin yaşandığı bir toplumsal devinimi dahi geçemedi. Bugün yaşanılanlar, 1970 yılından bu yana Türkiye’nin gelişmesi, milli gelirinin artması adına “insanlara plan mı, “pilav mı gerekiyor” şeklinde biri sol, diğeri sağ düşünceyi anlattığı öne sürülen, basit tartışmalar sürecinin sonucudur. Türkiye’nin plansızlıklar içinde bırakıldığı, hazineye görev zararı olarak üstlendirilen sonra da toplumun tümüne yansıtılan ve sübvansiyonlarla beslenen bir “pilav yedirme” döneminin yaralarının kapanmasının daha epey bir süre alacağını düşünüyorum. Esen kalın… [email protected]
Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
  Toplam yorum 0   Onay bekleyen 0  


Yorumunuz editörlerimiz tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
 

Bu yazı henüz yorumlanmamış...


 Yazarın Diğer Yazıları
 
  ÇOK OKUNANLAR
  YAZARLAR

 
EMİN VAROL
 
GAZETEC? ACI S?YLER !

 
Ercan Deva
 
Hatalar Zinciri ve Ortak Akıl

 
MURAT ŞAHİN
 
Matematik Ucuzlugu

 
Cahit Saraçoğlu
 
100 Milyar Liralık Destek Alacaklar
  ÇOK YORUMLANANLAR
  ANKET
Ekrem İmamoğlu CHP Genel Başkanı Olmalı mı?
Evet
Hayır
İlgilenmiyorum
 Sonuçları göster   
 
 
RSS

Add to Google
Medya Spot'ta yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz.  Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Medya Spot sorumlu tutulamaz.