Ekrem Dumanlı
Bir yandan bazı gerçekleri halktan saklamayacak gerçekle yüz yüze gelmekten çekinmeyeceksiniz; diğer yandan da terör örgütlerinin sinsi hesabı doğrultusunda hareket edip kışkırtıcı durumuna düşmeyeceksiniz. Gazeteciliğin tabiatında var tecessüs; o yüzden gazeteci, her hadiseye "Acaba perdenin arkasında başka şeyler mi var?" kuşkusuyla yaklaşır. Önemli olan, gerçeğin peşinde samimi bir arayış içinde olmaktır; korkmadan, çekinmeden, aklıselimle...
Terör azınca sağlıklı düşünmek zorlaşır. Sağduyunun yerini telaş alınca, kışkırtıcı yayıncılık meydanı boş bulabilir ve etkili yayınlar yapabilir. "Canım ne olacak; zaten etkisiz bir televizyon kanalı, ya da tirajı düşük bir gazete/dergi/site" diyemezsiniz. Çünkü hassas dönemlerde kamuoyu, sesi çok çıkan yayınlara karşı daha duyarlı hale gelir. Sesin gür çıkmasında problem yok; yeter ki doğru konuşulsun, söylenenler dedikoduya değil araştırmaya dayansın ve hepsinden önemlisi, ortaya sürülen fikirler hakperestçe ifade edilsin.
Terörü ve medyayı kullanan siyaset
Maalesef Türkiye'de hakperestlikle yayıncılık sorumluluğu kendi disiplinini oluşturamıyor bir türlü. Terör gibi vahşi bir metot bile birilerinin aklını başına getirmeye yetmiyor. Art arda gelen pusu haberleri, şehitlerimiz, kaçırılan askerlerimiz bile sorumlu yayıncılık yapmak için kâfi gelmiyor. Canlı yayına çıkan ya da telefonla bağlanan birileri terör gibi en hayati ülke meselesinde bile psikolojik harbin bayat numaralarına başvuruyor; hem de uzman sıfatıyla. Bu akortsuz koroya meslekten birileri de iştirak edince ne akıl kalıyor ortada ne fikir. Hava geriliyor, umutsuzluk yayılıyor ve atmosfer teröristin istediği oranda zehirli hale geliyor. Terörün arkasındaki güçlerin istediği hava da aynen budur!
Geçen hafta RTÜK, bazı radyo ve televizyon yayınlarına müdahale etti. Hükümet kanadından gelen talebe binaen istisnai bir durumda kullanabileceği yetkisine başvurdu ve bazı yayınlara ön uyarıda bulundu. Ortaya çıkan manzara tabii ki hoş değil. Ne ülkemizdeki ifade özgürlüğü açısından tasvip edilebilir bir durum bu; ne de gazeteciliğin özgürce yapılabilmesi açısından. Ne var ki sansür sayılabilecek bu uygulama kadar işi çığırından çıkaran yayıncılığın da eleştirilmesi lazım; üstelik hiçbir kuruluşa ihtiyaç duyulmadan. Evet; acı gerçek şu ki bazı TV ve gazeteler kritik bazı eşiklerde işi çığırından çıkarıyor. Dünyanın her yerinde terör belası var; lakin hiçbir yerde mesuliyet duygusu bu kadar hafife alınmıyor. 'Gerçeği gizleyin' diyen yok; ama terörün amacına uygun yayın yapmanın da bir manası olmadığı aşikar.
Ahmet Hakan'ın Hürriyet'teki yazısı çok önemli bir ayrıntıyı net ve dürüstçe dile getiriyor. Hakan, RTÜK kararının üst mahkemeden dönmesi nedeniyle sözü eğip bükmeden konuşuyor ve diyor ki: "Madem sansür kalktı. O halde oluşan bu özgürlük havasından yararlanarak hükümeti sorguladıkları kadar ülkemizin diğer iktidar odağını da bir nebzecik sorgulayabilirler mi acaba?
Bu konuda kendilerine herhangi bir otosansür uygulamamaları söz konusu olabilir mi?" Ahmet Hakan'ın final sorusu mesabesindeki bu yaklaşımı üzerine söylenecek fazla söz yok! Ve maalesef halk arasında da benzer bir kuşku her geçen gün yayılıyor...
Herkesin dilinin ucuna gelen, ancak hicabından ifade etmekte zorlandığı şöyle bir kuşku var: Birileri terör nedeniyle oluşan havayı, hükümeti yıkma operasyonu gibi görüyor ve şaşırtıcı yayınlar eşliğinde bazı refleksler bu yüzden zorlanıyor. Devletin zirvesinde böyle bir görüntü yok; ama bazı kraldan çok kralcıların rejim tehlikesi üzerine kurduğu saplantı toplumun en sağduyulu kesimlerini bile negatif etkiliyor, endişelere sebep oluyor.
Görmemek için kör olmak lazım! Terörist taşeronlar ülkeyi büyük bir kaosun içine atmak için çırpınıyor. Sağcı/solcu, Alevi/Sünni, laik/anti laik diye yapamadıklarını şimdi Kürt/Türk diyerek gerçekleştirmeyi planlıyor. Bu şer şebekesinin hakkından gelecek irade ve izana sahiptir bu ülkenin evlatları. Ne var ki her gün aklıselim yerine öfke, kardeşlik yerine kavga kaim kılınmak isteniyor. Sonuçta herkesin yüreği kan ağlıyor ve herkes bir şekilde etkileniyor. Her şeye rağmen düşmanlığı körükleyenlerin tuzağına düşmemek şart! Bu öyle kritik bir konudur ki bazen devlete sahip çıkarken devlete zarar vermek, askere sahip çıkarken askere zarar vermek, hükümete sahip çıkarken hükümete zarar vermek mümkündür...
9/11 ve 7/7 karşısında Batı medyası
Daha kötü bir alışkanlığı var bizim medyanın. Terör gibi lanet bir tehacüm karşısında siyasi bir duruş sergileyerek hiç olmayacak zamanda hiç olmayacak ayrışmalara gidebiliyor. Bunun sonu yok. Terörle mücadele böyle yapılmaz. Her şey bir yana, medya, teröre karşı bu kadar siyasi ve sorumsuz tavır takınamaz. 11 Eylül kâbusunda Amerikan medyasının takındığı sorumlu tavır ortadadır. Bir tek ceset bile göstermeyen Amerikan televizyonları ve gazeteleri bunu boşuna yapmadı; üstelik bu kadar sorumlu davranırken de birilerinin yasak koymasını da beklemedi. İngiltere'nin, metro saldırısında teröristlerin tuzağına nasıl düşmediğini, milleti paniğe sevk edecek yayınlardan nasıl kaçındığını hepimiz gördük... Bir tek bizde yapılamıyor bu işler; çünkü başımıza dünyanın en büyük felaketi bile gelse, birileri hâlâ psikolojik harp cambazlığı yapmayı tercih ediyor.
Terör baş gösterdiği an, her türlü siyaset bir kenara bırakılmalı ve devletin her kurumu yekvücut hale gelmeli ki millet de bir bütün olarak bu canavarla baş edebilsin. Terörle mücadelenin önemli ve aktif bir parçası medyadır. Terör örgütleri "silahlı propaganda"yı medyanın refleksi üzerine kurar. Tam da bu nedenle medya korku salacak, endişe uyandıracak, kin ve nefretin yaygınlaşmasına neden olacak yayıncılıktan azami derecede sakınacak, insanları birlik ve dirliğe davet edecek. Asker düşmanlığı da yapılmayacak, sivil düşmanlığı da. Bu ülke ne zaman toparlansa içeriden kabartılan bir fitne, bölgede ve dünyada oynayabileceğimiz tarihî rolleri tamamen değiştiriyor ve bizi kendimize prangalıyor. Aynı mariz akıbete bir kez daha düçar olmak kimin işine yarar ki!
Abone toplantılarındaki eşsiz heyecan
Geçen hafta yeni yayın dönemine girildiğinden bahsetmiş, Türkiye çapında abone kampanyalarımıza başladığımızı belirtmiştim. Çalışmalardan birkaçına bizzat iştirak etme fırsatı yakalayabildim. Yazar ve editörlerimiz de bu güzel seferberliğe icabet etti, ediyor. Böylece ortaya muhteşem bir manzara çıkıyor. Gazete mutfağı ve vitrini okurla buluşuyor, dertleşiyor, onların taleplerini bizzat dinleme imkânı buluyor. Katıldığım bir toplantıda gazetemizin imtiyaz sahibi Ali Akbulut Bey de vardı. Ayrıca yazarlarımızdan Ahmed Şahin, Ali Bulaç, Mustafa Armağan, Bülent Korucu, Mehmet Kamış, Ali Akkuş gibi çok değerli konuklarımız da bulunuyordu. Bir başka abone toplantısında ekonomi yazarımız İbrahim Öztürk Bey'e rastladım. Yazar-okur kaynaşmasının bir sevgi yumağına dönüşmesi ne kadar güzel bir duygu; tahayyül edilemez.
İtiraf etmem lazım ki bu günlerde gazete merkezinde aradığım arkadaşları bulmakta zorlanıyorum. Mehmet Kamış, Hamdullah Öztürk, Ali Akkuş, Abdülhamit Bilici, Mehmet Yılmaz, Turhan Bozkurt... Herkes asli işlerini aksatmamak kaydıyla koşuşturuyor ve okurdaki muhteşem heyecana ortak olmak istiyor.
Gerçekten de bu heyecana ortak olmak, tarihe şahit olmak gibi bir şey. İstanbul Gösteri Merkezi, Bostancı Gösteri Merkezi ve Bursa Kapalı Spor Salonu'nda bizzat şahit olduğum okur heyecanı sadece ne kadar önemli bir sorumluluk taşıdığımızı hatırlatmadı; aynı zamanda dünyada eşi benzeri bulunmayan bu güzel okur kitlesinin gazetelerin en iyisine layık olduğunu bir kez daha ispat etti. Gazete tutkusu bu kadar zirve bir noktaya gelebiliyorsa, insanımız daha kaliteli yayınları hak ediyor demektir. Bu coşkun okura gönül dolusu teşekkürü tarihî bir vazife sayıyorum ve ufukları zorlayacak gayretler için aşk u şevk vesilesi olarak bu mütevazı köşeye not düşüyorum. Ta ki bir gün tarih yazılırken siz değerli okurlarımıza ayrı sayfalar açılabilsin...
SND ödüllerine alıştık artık
Geçen hafta Boston'da çok önemli bir toplantı vardı. Dünyaca ünlü SND (The Society For News Design) tarafından düzenlenen programda onlarca meslek içi seminer de yapıldı. Zaman'ın stant açtığı bir sergi ve tanıtım bölümü de bulunuyordu. Görsel Yönetmenimiz Fevzi Yazıcı, Bilgi Teknolojileri Direktörümüz Talip Öztürk ve Halkla İlişkiler Yöneticimiz Ülkü Atlamaz da Boston'daki programa katıldı. Birkaç gün önce döndüler ve izlenimlerini paylaştılar. Görünen o ki artık Zaman, dünya markası olma yolunda ilerliyor; zira Zaman'ın tarzını dünya çapındaki bütün tasarım ve haber üstatları biliyor. Katılımcıların Boston izlenimlerini, en azından pazar ekinde yayınlanacak detaylı bir yazıyla, paylaşmasını bekliyorum...
Hatırlanacağı üzere, dünyanın en muteber sayfa tasarım yarışmasına geçen sene de katılmış 20 ödül almıştık. 20. kuruluş yılımızda gelen 20 ödül sadece Zaman'ın marka değeri olarak algılanamaz; bu aynı zamanda Türk gazeteciliğinin de bir kazancıdır. Zira, yarışma pek çok alanda birden yapılıyor ve dünyanın en muteber gazeteleri başvuruda bulunuyor. Yeni sayfa yapma, fotoğraf kullanma, grafik tasarımdan yararlanma, info grafik denen bilgilendirmeye yönelik haber çizimleri yapma... Haber tasarımcılığını ifade eden her şey inceden inceye masaya yatırılıyor ve dünyaca ünlü gazete tasarımcıları tek tek binlerce örneği inceliyor. Orada bir Türk gazetesinin temsil ediliyor ve pek çok alanda birden ödül alıyor olması bu ülkeye sevgi besleyen herkes için büyük bir anlam ifade ediyor; Zaman'a da daha güzel işler yapma konusunda ayrıca cesaret veriyor. Emeği geçen herkese sonsuz teşekkür...