YİĞİT BULUT
Bir soru ile başlayalım; sizce “laik-antilaik” kamplaşması ile oluşan derin ayrım, olmayan AB sürecinden, 301. madde düzenlemesinden, Lozan’ı delen Vakıflar Yasası’ndan ve en önemlisi “bölücü-delici-yok edici” herkesin altına sığındığı “Avrupa yolunda olma” yalanından daha mı tehlikeli? Sevgili dostlar, “türban düzenlemesi” de 301. madde değişikliği de Vakıflar Yasası da Avrupa yolunda “şirketlerimizi ezip bitiren gümrük birliği de” Türkiye adına “aynı derecede” tehlike arz eden dinamikler... Tek farkları “pazarlanma” farkları!
Peki konumuz ekonomi olduğu için başka bir soru soralım; bir ülkenin “KOBİ’leri” gümrük birliği denen bir dayatma altında, düşük kur-yüksek faiz mengenesine sıkışmış yok oluyorsa, gümrük birliği denen yapının ‘serbest dolaşım’ ve ’fonlar’ gibi şartları AB tarafından yerine getirilmiyorsa ve en vahimi bunlara sahip çıkması gerekenler yapmaları gerekenin farkında değilse, o ülkede küçük ve orta ölçekli işletmeler biter. Peki nedir; hükümetin ve sivil toplum kuruluşlarının dışladığı ‘küçük ve orta ölçekli’ sermaye? Hemen tanımlayalım; ‘İstanbul surları içinde’ yerleşik olmayan, haklarını çok net bilmeyen, global anlaşmalarda araya sıkışan, ‘İstanbul sermayesi’ dediğimiz grup ile çıkarları örtüşmese bile; kendini temsil etmesi gerekenler yol göstermediği için kendini koruyamayan, tasfiye edilen grup. Türkiye’de bugün her boyda şirketin, Avrupa-Amerika odaklı daha doğrusu küresel sermayenin eline geçtiğini düşünürsek, soruyu şu şekilde sormak doğru olacak: ‘Anadolu birikimi’ dediğimiz grup AB sürecine ve kuralsızca dayatılan küreselleşme dinamiklerine uyum sağlayabildi mi? Cevap zor değil: ‘AB ve küreselleşme’ kavramı altında mevcut ticari yapı Anadolu sermayesi için inanılmaz bir haksız rekabet ortamını zorluyor. AB’de dolaşma sorunu olmayan büyük sanayi-ticaret çevreleri ve küresel sermaye, gümrük birliğinin yarattığı bu kusuru Anadolu sermayesine karşı kullanıyor.
Sonuç 2: Orta ve küçük ölçekli yapılar tasfiye ediliyor. Ne hükümetten ne onları temsil eden sivil toplum kuruluşlarından özellikle TOBB’dan ‘çıt çıkmıyor.’ Defalarca yazdım, gümrük birliği denilen kavramın özü Osmanlı’nın çöküş sürecinde imzaladığı ‘Baltalimanı Anlaşması’ ile aynıdır. O zamanın İngiltere’si gitti, yerine AB geldi. Daha açıkçası; yönetime dahil olamazsın, Ankara-İstanbul çizgisinde imzalanan anlaşmalara, ‘zayıf sanayi ve bankacılık sistemin ile kredi dahi üretemediğin KOBİ’lerini’ teslim edersin. Aklınıza şu soru gelebilir: ‘Üçüncü ülkelerle serbest ticaret yaparak KOBİ’leri koruyamaz mıyım? KOBİ’lerim alternatiflerini yaratamaz mı?’ Cevabı tartışmak anlamsız; var olan yapıda kimse bir açılım yaratamaz ve atılan imzalarla kendini koruyamaz. Taraf olduğumuz, yönetimde hiç hakkımız olmayan bir anlaşma yaptık ve kendi gümrük haklarımızdan vazgeçtik.
Sonuç 3: Anadolu sermayesi gözünü açmaz ve AB, küresel sermaye ile Ankara-İstanbul hattında atılan imzaların rüzgârına kendini bırakmaya devam ederse, hepsine geçmiş olsun! Bir an önce ayağa kalkmalı, en azından Ankara Anlaşması ve 1973 katma protokolünden doğan haklarını aramaya başlamalı. 40 yıllık AB algılaması ve gümrük birliği küresel etkenlerle birleşince; ülkemizin belkemiği orta ve küçük ölçekli sermayemizi yok etmeye başladı.
Sonuç 4: Gümrük birliğinin var olan haline karşı çıkmayan, Anadolu sermayesi için haksız rekabeti önleyici serbest dolaşım-fon desteği gibi imkânları savunmayan, onun yerine ‘301’ ve Vakıflar Yasası gibi boş sevdalara kapılan, türban dahil her türlü düzenleme ile ‘var olan’ yapıya su katan, katılmasına seyirci kalan, sivil toplum örgütleri, kamu organları, siyasetçiler, bürokratlar; lütfen şu gerçeği unutmayın: Tarih bugünleri ayrıntılı not edecek.
Son söz: Türkiye Cumhuriyeti’nin yapısına su katanlar, bugünlere “Avrupa için yapıyoruz” şemsiyesi altına saklanarak geldi. Avrupa’nın istediklerinde ’Türkiye hayrına en küçük bir ayrıntı’, en önemlisi ‘Avrupa yolu’ diye bir ‘yol’ yok! ‘Avrupa istedi yapıyoruz’ kanunları, inanın şeriat ve terör kadar tehlikeli ve ‘gizli gündem taşıyan’ süreçler! Benden uyarması!