Binlerce insan, ancak bir seferberlik halinde görülebilecek bir intizamla kardeşlerinin yanında bayramlarını idrak ettiler. Sevindiler, sevindirdiler. Bu olumlu havaya devlet de uzak durmadı. Başbakan Erdoğan 2007'de ihtiyaç sahiplerine 5 milyon ton kömür dağıtıldığını, valiler ve kaymakamların halka uzak durmaması gerektiğinin üzerine basarak kamuoyuna duyurdu. Yapılanların "gelenekler icat etmek" olduğuna ve modern toplumların ancak bu tür gelenekleri yeniden ve yeniden üreterek hayatiyetlerini koruduklarına inanıyorum.
Ancak gelenek icat etmek denilince sanıyorum yakın tarihimizde Sultan II. Abdülhamid'in eline su dökülemez. Bugünkü toplu sünnet düğünlerinden tutun da, Söğüt'teki Osmanlı Devleti'nin kuruluş şenliklerine, İstanbul'un fethi kutlamalarından "sadaka-i seniyye" uygulamalarına kadar uzanır onun müşfik eli. Bütün bunlarda gözetilen esas gaye, "Osmanlılar arasında ortak bir kimliğin oluşmasına yardımcı olmak", "devlet-toplum ilişkilerini uyumlu ve birbirini bütünleyen bir ilişkiler bütünü olarak yapılandırmak"tı. Bu ve benzeri çabaların, "Osmanlı'nın yeniden fethi"ni veya bir "iç fethi" amaçladığı, giderek daha iyi anlaşılacaktır.
Nitekim Boğaziçi Üniversitesi öğretim üyesi Nadir Özbek'in çalışmaları, özellikle "Osmanlı İmparatorluğu'nda Sosyal Devlet" adlı kitabı (İletişim Yay., 2004), bize Abdülhamid'in bu iç fetih harekâtı hakkında doyurucu bilgiler vermekte, özellikle sosyal refahı artırıcı yardımları nasıl yeni bir gelenek icat ederek örgütlediği ve aynı zamanda halkı da bu organizasyona nasıl dahil ettiğine ilişkin yararlı ipuçları sunmaktadır.
Mesela şu "sadaka-i seniyye" meselesini ele alalım. Elbette eskiden de padişahlar sadaka dağıtırlardı. Ancak Abdülhamid'de karşılaştığımız farklılık, bunun törensel bir havaya büründürülmüş olması ve "görünür" kılınmasıdır. Onun döneminde kitle iletişim araçlarının da imkânlarını kullanarak devletin, devletin başı olarak da padişahın her zaman halkın yanında olduğu imajı zihinlere kazınmıştır.
Kitapta, her Cuma günü İstanbul'un bir başka semtinde Padişah adına yoksul ahaliye sadaka dağıttırılması ve kurban kesilmesi uygulaması dikkat çekiyor. Yalnız bu semtlerin özellikle kenar ve fakir fukarası bol semtler olmasına özen gösterilirdi. Saraydan bir bendegân o semte gider, padişah adına kurban keser ve etlerini dervişler ve medrese talebeleri de içinde olmak üzere yoksul ahaliye dağıtırdı. Mesela 13 Şubat 1899 tarihli Sabah gazetesin haberine göre saraylı bir komisyon Kâğıthane'nin yolunu tutmuş, burada Abdülhamid'in sadakası olan 300 lirayı halka dağıtmış, ardından 18 adet kurban kesilmiş ve etler köyün fakir ahalisine paylaştırılmış, sonra Alibeyköy'e geçilerek orada da padişahın gönderdiği 100 lira sadaka olarak verilmiştir.
Ancak şimdiki mantıkla düşünürsek, yalnızca Müslüman ahaliye yardım dağıtıldığını zannedebiliriz. Ancak yanılırız ki fena halde. Abdülhamid'in Ermeni, Rum ve Musevi cemaatlerine bağış ve yardımları saymakla bitmez ama dilerseniz bir iki tanesini zikredelim. Mesela Abdülhamid pek çok vesileyle Ermeni cemaatinin önde gelenlerine atiyyeler (bağışlar) vermekte ve bu hediyelerin sosyal yardım şeklinde cemaatin yoksul kesimlerine ulaştırılmasını sağlamaktaydı. İsmi sonradan Şişli Etfal Hastanesi yapılmış olan Hamidiye Etfal Hastanesi'nden Rum hastanesine her gün 75 okka has ekmek, 50 okka et; Yedikule Ermeni Hastanesi'ne ise 600 okka ekmek, 150 okka et gittiğini, ayrıca her ay 12 bin kuruş "atiyye-i seniyye" tahsis edildiğini bilen kaç kişidir acaba? (ZAMAN)