Pazar sabahlarını hep sevmişimdir. Çocukluktan kalma bir alışkanlıkla yine sabah çok erken saatte uyandım.. İşe gitmiyor olmayı düşündüm.. Hoşuma gitmişti, gülümsedim ve kendimi bir kez daha rahat hissettim..
35 yıllık meslek alışkanlığıyla, uyuduğum süre içinde Türkiye’de neler olduğunu merak ettim..Bilgisayarımı açtığım anda Başbakan’ın, seçilmiş bir kısım gazeteciyle Dolmabahçe’de yaptığı sohbetle ilgili haberler yüzüme çarptı.. Hemen kapadım.. Önemli bir şey olmamış olacak ki, meslekdaşlarım, birinci haber olarak bu toplantıda neler konuşulduğunu manşetlerde tutuyorlardı..
Pazar gününün keyfini çıkarmak için giyinip simit almaya çıktım.. Ankara’nın ve Çankaya’nın Sis’i çok aşağılara inmişti. Ürkütücüydü.. Ordular halinde gezen köpeklerin saldırısına uğramamak için dikkat ediyordum..
Çankaya Köşkü’nün yanından geçerken Abdullah Gül’ü düşündüm.. Son günlerin hedef tahtasındaki isim, ‘acaba uyuyabiliyor muydu?’ diye düşündüm.. Duyarlı bir insan olduğunu bildiğim için, ‘uyayamıyordur’ dedim.. Ülke çok zor günlerden geçiyordu. Bütün kuvvetler (Erk’ler)kılıcını çekmiş, birbirine girmişti. Başbakan, her olayı kendilerine karşı bir darbe hazırlığı olarak görüyor, herkes de O’nu hayretle izliyordu.. Yılların gerginliği doruk noktasına ulaşmış, ortalık toz, dumandı.. Bu ortamda Gül’ün rahat uyuyabiliyor olması mümkün değildi..
Çankaya’da, Turan Güneş Bulvarı’na doğru yürümeye devam ettim.. Fırıncı Orhan’da, sabah cazgırlarından birinin tezgahtar hanıma bağırdığını duyunca hemen çıktım.. Yüksek sese tahammülüm kalmamıştı.. Yeteri kadar bağıran vardı..
Simitlerimi aldıktan sonra gazete bayii önünde durdum.. Tezgahtaki tüm gazetelerin manşetlerine baktım.. Hepsi aynı kalıptan çıkmış gibi, aynıydı.. Hepsi Fethullah Hoca’nın, Başbakana yazdığı iddia edilen mektuba odaklanmıştı..
Yüzümü buruşturdum ve değişik bir gazete aramaya başladım..Midem bulanmıştı.. 30 yılı aşkın meslek hayatımda ilk kez bir bulvar-magazin gazetesi aramaya başladım.. Hiç olmazsa bugün, Pazar günü siyaset okumak istemiyordum, Başbakan’ı okumak istemiyordum.. Başbakan Erdoğan’ın, Yılbaşı gecesi bile ekranlara çıkarak ulusa seslenişi! aklıma geldi.. İnsanların en relaks olduğu saatlerde bile tüm tv’lerde karşımızdaydı.. Beyin yıkaması yapıyordu herhalde diye düşündüm..
Magazin gazetesi aramaya devam ettim.. Ama artık içimden gazete almak gelmedi.. Kendime acıdım. Yaşlanıyor muyum? diye düşündüm.. Çünkü üç On’lu yılları geçen bir süre Ankara’da gazetecilik yaptım.. Daha Gazetecilik Okulunun ikinci sınıfında karar vermiş ve bu mesleğe başlamıştım… Yıllardır Ankara’da siyaset muhabirliği, parlamento muhabirliği, haber müdürlüğü Ankara temsilciliği ve Brüksel Temsilciliği yaptım.. İzlediğim Cumhurbaşkanı, Başbakan, Siyasi Parti Lideri, Genelkurmay Başkanı v.b sayısını hatırlamıyorum. Herhalde artık kaldıramıyordum..
Gazete almadan dükkandan çıktım.. Ellerimi boş hissettim..İlk defa bir Pazar günü gazete okumayacaktım.. Ankara Gazeteciliği zor.. İstanbul’da boğazda oturup Ankara’daki olaylara dayanarak gazetecilik yapan ağbilerimizin “siz Ankara’dan olayları göremiyorsunuz..İstanbul’a gelin” diye hafife aldığı kadar zordur Ankara..
Eve geldim.. Televizyonu açtım ama hergün izlediğim haber kanallarını da izlemek istemedim.. Biliyordum yine başıma geleceği.. Yine Başbakan’ın, seçilmiş bir grup gazeteci meslekdaşıma anlattıklarını dinlemek zorunda kalacaktım..
Allah’tan televizyonda magazin kanalları çoktu.. Onlardan birini açtım ve Orhan Gencebay-Sibel Can-Bülend Ersoy’un, her şeyin çok uzağında coşkulu, yılbaşı programına kulak kabartarak, içimi döküyorum…
Bizleri ne hale getirdiklerini görün..