Mültecilerin, Avrupa Birliği üyesi ülkelere gitmelerini önlemek için son çare olarak NATO görev gücü Ege Denizi’ne çağrıldı. Başbakan Ahmet Davutoğlu, Almanya Başbakanı Merkel’le birlikte bu kararı aldı. Brüksel’deki NATO karargahı da onayladı. Yakında NATO gemi, uçak ve helikopterleri Ege Denizi’nde göçmen avına çıkacak.
Ancak NATO’nun ayrı bir ordusu yok. Bu filo, üye ülkelerin, silahlı kuvvetlerinin bu görev için NATO’ya tahsis edeceği araç gereçlerden oluşacak. Ege Denizi’nin iki yakasındaki Türkiye ve Yunanistan da bu NATO gücüne katkıda bulunacak. Gemi, uçak ve helikopter tahsis edecek.
Peki bu iki ülke, Türkiye ve Yunanistan, Ege Denizi’nin paylaşımında fikir birliği içinde mi?
Ege Denizi’ndeki kara-deniz ve hava sahaları konusunda uzlaşma içindeler mi?
Ege Denizi’ndeki Kardak gibi küçücük adacıkların kime ait olduğu konusu belirlendi mi?
Yunanistan, İngiliz ve Amerikan haritalarına ve uluslararası anlaşmalara göre Türk karasularında bulunan Adaları işgal etmedi mi?
Bu adalara birer karakol ve birer kilise inşa edip, kiliseleri bize sormadan “ekümenik” sıfatını verdikleri Barthalameos’a vermediler mi?
Evet, verdiler…
Yukarıda saydıklarım iki ülke arasında devam eden “kriz”ler değil mi?
Evet, krizler yumağı…
İşte NATO gücü Ege’de, böyle bir siyasi ortamda, mültecilerin Avrupa’ya geçmesini önlemek için çalışacak.
NATO gelmeden Brüksel’den kriz haberi geldi…
Belçika’nın Başkenti Brüksel’de bulunan NATO karargahı ile Mons şehrinde bulunan Shape karargahını, soğuk savaş dönemi dahil uzun yıllar izleyen bir gazeteci olarak, bilerek söylüyorum. Hatta Irak krizi sırasında Shape karargahındaki Amerikalı askerlerin gazeteci arkadaşlarım Ahu Özyurt ve Murat Çelik’le birlikte bizi karanlık bir odaya sokarak, ekrana yansıttıkları görüntülerle “ bakın Saddam’ın elinde İzmir’i bile vurabilecek güçte toplar var ” diye kandırdıklarını unutamam.Saddam’ın ölümünden sonra böyle uzun menzilli silahlarının olmadığını tüm dünya ile birlikte öğrenmiştik.
Neyse, Belçika’daki bu iki şehirde, askeri ve sivil önemli bir temsilciliğimiz var. NATO nezdinde görev yapan büyükelçilerimiz ve generallerimiz daha sonra Ankara’da önemli görevlere getirilirler. Çünkü NATO karargahında asker ve diplomat birlikte çalışır. Askerler, belli kalıplardan çıkarak diplomasiyi öğrenirler. Diplomatlar da diplomasinin yanında askeri manevralara burada tanık olurlar…
Ancak, bir şey söylememe lütfen izin verin.
Benim çalıştığım yıllarda, Ankara’daki Türk dış politikamızdaki “ savunma ” refleksi, NATO’da da hakimdi. Yani taarruz değil, savunma.
“ Karışma ”, “ etliye sütlüye bulaşma”, “ gülünç olurum ”, “ bana yakışmaz ”, “ ben söylemeyeyim ”, “ bana ne ”, “Ankara’ya sorayım ” yaklaşımlarını çok yaşadım.
Bu mantığın bugün de değişmediğini anlıyorum. Çünkü, Ege Denizi’ne NATO gücünden önce, Brüksel’den kriz sinyalleri gelmeye başladı. Hem de göreve verilecek “ isim ” konusunda Yunanistan’la kriz yaşandı. Kimbilir, NATO gücü Ege Denizi’ne gelince ne krizler yaşayacağız.
Ege ile birçok konuda atak olan hep Yunanistan olmuştur. Türkiye ise sadece karşı çıkmakla yetinmiştir. Maalesef, Türkiye’nin önerip de Yunanistan’ın çıldırdığına, itiraz ettiğine, ayağa kalktığına, masaya yumruğunu vurduğuna çok az tanık oldum.
Ege’de mültecilere engel olmak için devriye görevi yapacak NATO gücünün komutası dönüşümlü yapılacak. Bu nedenle de ilk komuta görevi Alman Jörg Klein’e verildi. Ege Denizi ikiye bölündü ve görev icra edilecek bölgelere, Antik Yunan Filozoflarından Platon ve Aristo isimleri verildi.
Sizi temin ederim ki bunu yine Yunanistan önermiştir. Brüksel’de özellikle Türkiye’ye karşı olan konularda çok aktif olan, büyük bir şuurla hareket eden Yunan diplomatlarının Platon ve Aristo isimlerini Alman komutana önerdiklerinden yüzde yüz eminim.
Neden? Çünkü, yıllardır Ege Denizi’ni, içindeki adalarla kayalıklarla birlikte Yunan Gölü gibi gören Yunanistan, bu fırsattan yararlanarak bir kez daha Ege Denizi’nin kendisine ait olduğunu dünyaya göstermek istiyor.
Yukarıda da anlattığım gibi, Türkiye her zaman olduğu gibi bir kez daha savunma refleksiyle “ hayır ” diyor.
Niye?
Çünkü, “ bölge sadece Yunan karasuları değil, uluslararası sulardır” diyerek Platon ve Ariston isimlerinin değiştirilmesini istiyor. Alman komutan Klein de uygun görüyor ve görev yapılacak bölgelere Yunanistan’ın önerisi olan Platon ve Aristo yerine ‘A1’, ‘A2’ adını veriyor.
Bu, NATO’da her zaman böyle olmuştur. Hep Yunanistan atak, Türkiye ise savunmada kalmıştır. Bu da tipik bir örneğidir.
Peki, niye Türkiye, Yunanistan’dan önce davranarak, bu denizlere adlarını yazdıran büyük Türk Kaptanları Piri Reis, Barbaros Hayreddin Paşa, Turgutreis Piyale Paşa’nın isimlerini, akıl edip önermemişlerdir. Niye bu isimleri Alman komutana kabul ettirip Yunanistan”ı hoplatmamışlar, kızdırmamışlar ve itirazlarına neden olmamışlardır.
Söylenecek çok şey var. Ama şimdilik bu kadarla yetinelim. NATO devriye gücü Ege’ye bir gelsin, daha nelere tanıklık edeceğiz.
Çünkü, Yunanistan durmuyor.
Kararlı bir şekilde Türk karasularını ihlal etmeye devam ediyor. Uluslararası sularda uçan uçaklarımıza kilitlenerek taciz ediyor. Türk kara suyu sınırını dinlemeden geldiği Didim’de karaya oturuyor. Yunanistan helikopteri Muğla’ya ait bir adada kaza yapıyor ve düşüyor…
Birkaç gün önce, tatbikat sırasında kaybolan Yunan askeri helikopterinin Muğla’ya ait Ardıççık Adası’na (Yunancası Kinaros) düştüğü ortaya çıktı. Yunanistan bir duyuru yayınlayarak Muğla’ya ait adaya giderek arama çalışmaları başlattı. Hem de Türkiye “ Hayır, o bölgeye gidemezsin orası Türk karasuları” demesine rağmen.
Muğla’ya ait Ardıççık (Kinaros) Adası, hali hazırda Yunan işgali altında olan Koçbaba Adası’na 5 mil uzaklıktaki bir Türk Adası. 1943 Tarihli İngiliz haritasında, Ardıççık (Kinaros) Adası’nın, 12 Ada deniz sınırının dışında ve Türkiye’ye ait olduğu gösteriliyor.
Ama bütün bunlara Türkiye sessiz kaldığı gibi Yunanistan da sürekli sorunları kaşımaya devam ediyor.
Daha birkaç hafta önce bir Yunanistan Sahil Güvenlik Botu, şüpheli bir tekneyi kovalarken, Didim’de karaya oturuyor. Bir başka Yunanistan’a ait bot ile bir Yunanlı balıkçı da Türk kara sularını ihlal ederek, karaya oturan Yunan botunu kurtarmaya geliyor.
Uzun lafın kısası.. Yunanistan, Türk hava-kara-deniz sahası falan dinlemiyor. Burası benim, Ege de Yunan Gölü’dür demeye devam ediyor.
Bu nedenle de krizler NATO gücü Ege Denizi’ne geldikten sonra da artarak devam edecek.
Ege, ölü ve ölüm denizi yerine, barış denizi olabilecek mi? Yaşayıp göreceğiz…